24 Aralık 2015 Perşembe

Saygılarım ile..

Saygılarım ile..  

Yaz oğlum, yaz da rahatlarsın diyorsunuz ya, yazamam arkadaş yazmamalıyım. Eğer yazarsam kırar dökerim hem seni hem kendimi, yaramaz benim yazmam kimseye herkes alır voltasını benden. Eğer yazarsam ben o gemileri yakarım, kaybederim kendimi, kendimi kaybederim bu hayat denilen boşlukta  Eğer yazarsam hocam ben eğer içimdekileri pervasızca yazarsam ne sen iyi olursun ne de ben. gözyaşlarım dökülür, göz pınarlarım kurur belki de. Belki de bambaşka bi insan olurum hiç olmak istemediğim. 
    Bırak beni böyle kalayım bırak da biraz kendimle savaşayım, yaklaşma bırak böyle sessiz sedasız iyi. Bırak ne ses çıksın ne soluk, bırakın arkadaş derdiniz nedir bu kadar? 
   Yoruldum anlamıyorsun belki, ama ağır geldi bana, yoruldum artık vefasızlıklardan. Yeter, medet yahu medet. 



Üzülerek karalamalara ara vermek zorundayım.Saygılarım ile Ö. Faruk

24 Kasım 2015 Salı

ŞİİR'İME

ŞİİR'İME    

İçimdekileri kusmam gerek artık,

    Yok olun hepiniz, bana artık gerçek dostlar iyi düşmanlar gerek. 
İçimdeki sesler yavaş yavaş hızlanıyor daha da gür çıkıyor.
Bir bedende iki telaffuz fazla geliyor çoğu zaman.
Yetti artık debelenmekten yorulduk bitkin düştük,
Kafi geldi yaşadığımız saatler ve yıllar yorgun düşmemize.
Hayallerimi, göz göre göre kaybediyorum avuç içlerimden, putlar uğruna, 
Kahrolasıca putlar ve putlaştırılmış kişilikler !
Evet çabalıyorum ve hemen ardından o kadar değersiz putlar karşısında yeniliyorum ki,
Yuh olsun !
'Yuh olsun' diyorum kendi kendime, emeğinin, çabalamanın sonucunda bu kadar kolay pes etmek !
Yakıştıramıyorum,
Yakıştıramıyorum lakin savaşamıyorum da artık yorgun düşüyorum.
Siz hiç, 'bu benim yirmi bir senem' dediğiniz bir hayalin ellerinizden kayıp gittiğini gördünüz mü? 
Ben görüyorum, evet evet şuan görüyorum kayıp gidiyor usulca,
Nefesimi kesiyor biliyor musun, kelimeler düğümleniyor, gülüyorsun ama için, için öylemi.
Bildiğim bir gerçeği hatırlatıyor bu düşünceler bana,
 Hiç kimseyi, hiç bir şeyi körü körüne sahiplenmemek gerektiğini, bir şeyi ne kadar çok seversem o kadar kaybetmeye müptela olduğumu ve hiç bir şeyin bana ait olmadığını !


25.11.2015- 00.31 (Çarşamba) Şiir'ime..



15 Kasım 2015 Pazar

SES



SES






Beynimin içerisinde biri var hissediyorum, bazı zamanlar susmuyor mütemadiyen kelimeleri sarf ediyor. Aklımı karıştırıyor, bağırıyor kafamın içinde, beni oldukça kızdırıyor. Çocuk değil, yetişkin olduğunu da zannetmiyorum hele ki bir kadın hiç değil. Hiç olmadık bir anda geliyor ve konuşmaya başlıyor yaşasanız şaşırırsınız, kafanızın içinde ikinci bir ses durmadan, soluk almadan kelimeleri atıyor ağzından düşünmeden konuşuyor belli ki. Uyutmuyor, hızını alamayıp küfrettiği dahi oluyor. Çok rahatsız ediyor beni, eski konuları açıyor hız kesmeden yenilere, sıkıntılara, kederlere kimdir bu yahu? Anlayamıyorum kimsede duymuyor benden başka sesini. Kimseyi de inandıramıyorum.

Yalnızlığımı bölüp parçalıyor aniden, bir anda geliyor kovuyorum gitmiyor, uzun saatler kalıyor sonra nasılsa çekip gidiyor ama etkisi kalıyor, korkuyorum. Belki de delirdim bilmiyorum, belki de akli dengem bozuluyor, insani melekelerim gitgide yok oluyor. Belki de sadece, bilmiyorum işte bilemiyorum, zaten insan bildiği ve çözebildiği bir şeyi bomboş ve kimsenin okuyup okumayacağı muallak olan bir sayfaya neden yazsın? Delirmenin nişanesi değil mi yazmakta? Düşünsene, birkaç kişinin okuyup okumadığı dahi kesin olmayan bir beyaz kağıda aklındakileri fikrindekileri karalıyorsun, sanki senin düşündüklerin çok önemliymişte dünyadaki tek karalayan yaratık senmişsin gibi.  Bazen çok açık ve net delisin sen diyorum kendi kendine o içimdeki ses de uyanıyor aniden ve başlıyor desteklemeye yine kafamı kurcalıyor yine başka konulara yine eskilere, kederlere, yalnızlığa.. Bazen diyorum ki elimde olsa da hani, hani bir anda karşımda bulsam onuda boğazına yapışsam sonsuza dek sustursam onu. Bazen deniyorum tamam susma lakin beraber konuşalım diyorum kabul etmiyor tek olmak istiyor, hep kendi sadece kendi konuşsun istiyor. 
Şuan korkuyorum biliyor musun günlerden pazar saat: 02.39  beyaz çalışma masamın üzerinde bilgisayarım açık karalıyorum ışıklar kapalı, gecede ses seda yok kulaklarımda kulaklık var lakin hiç bir ses yok, sol yanımda hediye gelmiş kocaman sonradan kırmızıya boyanmış bir daktilom, sağ tarafımda yine hediye gelmiş çocukluk hayalim olan bordo vosvosum var. Kimsecikler yok, hiç kimsecikler yok, ses yok, karanlık, kafamın içindeki ses yükselmeye başlıyor.. 
Ses çok..


28 Ekim 2015 Çarşamba

ŞEKVA

ŞEKVA  







    Kimsesiz bir sabaha uyandım yine, odam bomboş, soğuk, tahta tavanım üstüme üstüme geliyor iki sabahtır. içimde yaşama değilde ölme isteği ile uyanıyorum. Karamsarlık değil bu yalnızca bir his. Bir gün deniz kenarına atıyorum kendimi, kayalara bırakıyorum bedenimi, gözlerimi kapatıyorum dalga sesleri, gözlerimi açıyorum şehirden uzak yıldızların parıltısı. Sonra ertesi gün yine aynı deniz kenarı ve yine diğer gün, yine.. Kendimle baş başa kalmak istiyorum bu aralar sanırım, bol bol yazmak belki, belki de çokca susmak, lakin bir terslik var bu bedende, rahatlatmıyor beni ne deniz ne de yıldızlar içimde her daim şekvaya müptela bir adam var. İnsanlar rahatlatmıyor beni çare olamıyor, dakikaları sayıyorum zaman zaman, bir ilkokul çocuğunun teneffüsü beklemesi gibi, artık gece olsa da diyorum, gece olsa da bir şekilde uykulara dalsak, bir şekilde uykulara dalıp bir süreliğine unutsak. Bazen elime bir kitap alıyorum yahut bir filme sarılıyorum, sadece bir kaç dakika sonra kendimi akıl almaz bir savaşta buluyorum. Kendim yahut hayat ile olan mücadelemde hep ben mağlup oluyorum. Mütemadiyen kaybeden tarafın havlusunu ben atıyorum. Evet hırs yapıyorum zaman zaman başarıyorum lakin birkaç zaman sonra ''savaşta her şey mübahtır'' sırrınca ne yapıyor ne ediyor zaferime acılık katıyor kahrolasıca! Bir şekilde hassas noktamı buluyor ve zehrini salıyor.
       İnsanın eli kolu bağlanıyor, çare sıfır, çözüm yok. Barışı da kabul etmiyor kahretsin! İnsan mecbur kalıyor savaşmaya her gün, her dakika, belki de her saniye..

8 Ekim 2015 Perşembe

MECNUN

   

MECNUN


  Şimdi başımı alıp gitsem, doldursam sırt çantamı, kapının hemen önünden bi taksi çevirsem şoföre fısıldasam harem diye, haremde inip para üstünü taksiciye bağışlasam günahlarımın kefareti hükmünde kendimce, bulduğum ilk Ankara otobüsüne atlasam. Arkamda bıraksam herkesi, her bişeyi ,günahlarımı, sevilmediklerimi, sevemediklerimi. Otobüste hemen yan koltuğuma misk kokulu yaşlı amca otursa selam versem, muhabbete dalsak onunla, saatlerce beni ilgilendirmeyen ama her zaman ilgimi çekecek olan hayat hikayesini dinlesem, çocuklarına ettiği sitemlere eşlik etsem beraber kızsak onlara, vefasızlıklarına ya da amcanın vefasızlık saydıklarına. Atlasam gitsem buralardan hep ön yargı ile baktığım o başkent dedikleri, insanların neden bu kadar sevdiğini anlayamadığım yere. Gitsem o soğuk kente ve üşüsem, oturup Kızılay Meydanı'nda bir çay içsem, farklı görüşte olduklarını sanan lakin birbirlerine hasret ile bakan öğrenciler görsem. 
     Bir sokak sanatçısına denk gelsem mesela, tam onun önünde bağdaş kurup otursam gülümsesem ona ve birkaç bozukluk atıp ona yoldaş olsam, saatlerce dinlesem onu, onun belki gitar belki keman sesini. Sokak sanatçısı giderken arkasından baksam mesela içli, adını sorma cesaretinde bulunmasam, sormasam. O beni dilsiz belki de mecnun sansa. Tam kapanmaya yakın bir kitapçıya atsam kendimi montumun fermuarını aralasam hafif, elimi uzatsam herhangi bir kitaba, hayatıma yeni bi' pencere açacak bir şair seçsem, kitabın kapağına bakmadan kasaya gidip hiç konuşmadan parasını taktim etsem ve çıksam. Güzel bir park bulup kitabımı açsam ve sokak lambasının ışığında okusam. O kitabı yaşasam, hissetsem belki ana karakteri kendim ile özleştirsem ve kitap sonunda ölsem. Kitap bittiğinde gözlerimi yıldızlara diksem güzel bir rüzgar çarpsa suratıma kimsecikler olmasa sadece bi kedi sokulsa otursa benimle. Ben yine kendi kendimle dertleşsem sövsem kızdıklarıma, insanlara söylemediklerimi kendi kendime itiraf etsem, hayatımda bir defa cesaret edip itiraf etsem herşeyi kendime edepsizce. 
     Montumun iç cebindeki kalemimi çıkarsam, kitabın arka tarafındaki boş sayfaya düşüncelerimi kussam, kussam rahatlasam. Tüm gün oruç tutmuş bir müslümanın ezan ile kana kana su içmesi gibi doymasam yazmaya doyamasam tam anlamı ile boşaltsam kafamı ve o sayfayı sol cebimden çakmağımı çıkarıp ateşe versem, yanmasını izlesem.. Sonra bi anda Ankara'yı sevmediğimi fark etsem uyansam düşümden, düşüşümden.. 

7 Ekim 2015 Çarşamba

İKİNCİ BÖLÜM



İKİNCİ BÖLÜM

Sizce de bir keşmekeşlik yok mu hayat dediğimiz illette? Ben şimdi beyaz L şeklindeki masamda, ha bitti ha bitecek iki mumum ile büyük kırmızı daktilomun karşısında oturmuş düşünmekteyim. Duvarıma bakıyorum baştan aşağıya sevdiğim bi' kitabın sayfaları asılı, masamda içinde ne yazdığını bilmediğim kocaman bir cevşen hani takıyormuşum gibi.. Yerde tozlu siyah bir keman kutusunun içinde hevesle alınmış kemanım. Ne hevesler ama ne hayaller düğümlendi boğazımda. 
Duvarımda o kadar sayfanın içerisinde gözüme bir sayfa ilişiyor, beni tekrar düşünmeye sevk ediyor ve kafamı bulandırıyor, sayfanın ortasında büyük puntolar ile ''İKİNCİ BÖLÜM'' yazıyor lakin başlığın altında el yazısı ile ''Ve Kız Ölür..'' ibaresi var.. Ah ne acı bi' son geliyor çoğumuza, Ah nasıl nihayetsiz bi' elemdir öyle..
Bazen güzel hadiseler oluyor biliyor musunuz hayat dediğimiz yolculuklarımız da, bazen çok güzel mahluklar çıkıyor karşımıza, bazen hayaller, bazen artık kurmayacağım dediğimiz hayaller yeşeriyor yeniden, büyüyerek.. Hayat yaşanılası bi' yer demiyorum, tabii ki değil, ama mecbursak eğer yaşamaya; arada karamsarlık kuyusundan çıkarmalıyız burunlarımızı.. 

30 Eylül 2015 Çarşamba

DUR

        

Dur


 Hadi gel buralara kokun yayılsın şu ufacık gökyüzüme, nefesin essin rüzgar yerine - Hadi gel bu diyarlara, gel de birkaç mum yansın odamda, birkaç mum da olsa ışık vursun yüreğime.. 
        Saçlarını topla dünya güzeli, saçlarını sal göğsüne. Ben dünya namına bir şey isteyemez oldum ölümlerden başka, ben dünya namına bir şey isteyemez oldum karalamaktan başka. Ölüm dünya güzeli ölüm, hani toprak kupkuru kalır da çatlar ya, hani yağmurlar gökten iner ya kar beyaz kefenlere, hani yaylalara sis vurur da göz gözü göremez ya, ölüm..
         Gel değişelim bakışların ile gök yüzümü, güneşimi, al her ikisi de senindir lakin ayıma dokunayım deme karanlıklara ay düştümü seni hatırlatır bana, akşam üzeri oluverdimi bu kentte oturur ayı beklerim, bu kente ay düştümü sen düşersin yüreğime. 
          Yapma dünya güzeli, dokunma yaralarıma, aman yaklaşayım deme karanlığıma. Dur dünya güzelim... 

18 Eylül 2015 Cuma

ÜMMİ

ÜMMİ


     Ne zamandır oturamıyorum masa başına, o çok istediğim ‘’yoğun hayat’’ sonunda kapıma dayandı. Senelerdir uyuya kalmayan-kalamayan ben, uyuya kalır oldum karanlık çökünce odama. Şikayetçi değilim Haşa! Lakin nankörlük damarlarım kabarıverdi bi’ anda, kendimi unutuverdim..
   İnsanoğlu nankör yaratık derler, ben kendimi böyle bilmezdim, insan birazcık yoğunluk görmeyiversin hemen unutuyor kendini, kendiyle ilgilenmiyor. İlgilenmekten kastım gezeyim, tozayım değil aman yanlış anlaşılmasın, kağıda kaleme el sürmemektir. Müzmin sancılarım baş gösterdi yine mücbir sebeplerden ötürü. Durup durup tekrarlıyorum bu ara, bir delikanlı gelip de baş parmağımdan Arş-ı Ala’ya çekse ruhumu. Bedenim nefessiz, o yumruk büyüklüğünde olan organ ise cansız kalsa..
    Bilirsiniz hocam benim hayatımın hep bir köşesinde ufakta olsa durur bi’ ölüm kırıntısı, mütemadiyen aklıma düşer bu ölüm isteği.. uzun zamandır yazamıyordum hocam, özlemişim kağıdı, kalemi, seni, kendimi..
    Sen okuyorsun yahut hiç okumuyorsun bu karalamaları, haberin var yahut hiç yok bu aciz zattan, diyeceğim odur ki; bu ümmi zatın hayatında şiir…

14 Temmuz 2015 Salı

HAYIR OLA

 

                           HAYIR OLA


     Hadi birkaç adım öte kay, gelmesin daha ne zatın ne kokun buralara. Birkaç zamandır ne kağıda ne de kaleme uzanıyor ellerim, kimdir suçlusu bu durumun, katili yakalanmış mı? hiç bir kanıt yok mu olay mahalinde?
    Allah'ım ne oluyor bu havalara, ne denli soğuk bu yaz akşamları.. İnsanlar suskun, çaresiz ve kimsesiz. Ne oluyor kardeşlik bu mudur bu işin oluru ? Yazamıyorum sanırım artık buralara, içimdeki insan, çocuk, yetişkin öldü mü yoksa.. Nedir bu kuraklığın sebebi ? Bazı olayları tamamen kapattım dememden dolayı mı bu kısırlık, yoksa kaçışımdan mı ? Kitapları elime alamıyorum artık, iştahım iyice kapandı, saçma sapan bi halde eve geldiğimde bilgisayarın başına çörekleniyorum ve bazen farkında olmadan sadece bakıyorum ekrana. Sanırım ilk defa kelimeleri seçmeden çekinmeden yazıyorum buraya ve belki yayınlayamayacağım bile bu yazıyı. Hani benim yazıp yazıp attığım yazılardan olacak belki, belki de aman s*ktir et ne çıkar ki deyip yayınlayacağım. 
    Çok kızgınım insanlara, insanlığa, dost dediklerime ve diyemediklerime, evet evet, sen sen sana da çok kızgınım. Yalnızlık etrafında kimse olamaması değilmiş ben şimdilerde öğreniyorum bunu, büyümekte tam olarak bu oluyor sanırım bazı şeylerin farkına varmak. İstediklerinin olması hayallerinin gerçekleşmesi falan çok güzel tabii amenna, lakin hayatında bi şey yahut bi şeyler eksik olunca, olmuyor işte o zaman mutluluk ve iç huzur alıyor voltasını buralardan arkasına bakmadan firar ediyor bedenden. Bilemiyorum bu bi dönem sanırım, ya da zamansız mı büyüyoruz biz. İnsanın kendini tanıyabilmesi mi önemli olan, insan önce kendinde mi aramalı.. Ben soğudum buralardan, her bişeyden çok soğudum inanamazsınız, eski delikanlı değilim ben ve yeni delikanlıyı ben bile tanıyamıyorum.. Sonumuz hayır ola.. 

22 Haziran 2015 Pazartesi

BEN


BEN


 Kafam o kadar karışık ki, kime neye doğru yüreyeceğimi bilemiyorum, her kapı kapalı gözüküyo, her yol karanlık. Asıl mesele kendimi bulamamam mı yoksa insanlar mı bilemiyorum. Sonumuz hayrola... 

  Sonumuz hayrola efendi, nereye bu gidiş böyle, hep bi başarısızlık öyküsü bizimki. Lakin kime göre başarısızlık, bizim harcımız olmayan işlerde mi karşılaştırılıyoruz insanlarla ve sonuç mu bu başarısızlık dediğiniz illet.
   Neden kalbimizde sızı olmuyor bu ezanlar? Neden bu kadar yabanileştik birbirimize bu denli? Niye efendi niye bu vurdumduymazlık, kimse kimseye çıkarı olmadan yardım edemez mi yani. 
    Ben eski kafalıyım efendi, ben eskilerin insanıyım, eski müzikleri dinler, eski türkçeyi sever, eski arabalara biner, eski zaman zatları gibi sevmeye çalışırım. Belki muallakta kalmamın sebebi de budur. Belki hiç bi' kapı kapalı değildir de ben yanlış yerde arıyorumdur. Belki kapıların ötesi benim kendimi bulmamdan geçiyordur, belki fena halde tadilata ihtiyacı vardır ben dediğim kişinin, kişiliğin.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

KUKA TESBİH

 KUKA TESBİH
     



   Sen yeter ki beni kötü hatırla, sen beni kötü hatırla ki gecelerin benimkilere benzemesin. Sen beni kötü hatırla ki yüzünde ufacık da olsa tebessüm olsun.. 

Her şeyi geç eskiden sevenim, sen beni kötü hatırla ki hayatına biri girsin, biri girsin de seni mutlu etsin.. 

 Hicran var Sevdiğim hicran var karanlıkta, gece oldu muydu bu şehirde bölük bölük hicran yağıyor odama, sen beni kötü hatırla sevdiğim kötü hatırla ki hicran dolmasın yüreğin.. 

Bazı geceler koltuğa bırakıyorum yorgun bedenimi elimde imamesine isminin kazılı olduğu bir kuka tesbih, gözlerimi kapıyorum, yalnız başıma bir dağ başında dalları ha kırıldı ha kırılacak olan bir elma ağacında buluyorum aciz kalbimi, alt tarafta uçsuz bucaksız bir uçurum, gökyüzü alabildiğine yıldız.. 

Yağmur yağıyor Sevdiğim, hani sen ne severdin yağmurlarda yürümeyi, bense hep ıslanmamayı tercih ederdim hasta olmandan korktuğumdan.. 

Çaresizliğim..

Ben seni karşıma alıp gözlerine bakmaya niyet ettim miydi, şaşırırdım hangi gözüne bakacağımı, hangi gözünde daha güzel kaybolabileceğimi bilemezdim.. 

Ben senin o narin ellerini ellerime aldım mıydı, ruhum parmaklarımın ucundan çıkar tutardı parmak uçlarını.. 

  Karanlık efendim, her yer kapkaranlık bu gece de uyku yasak bana.. Son birkaç zamandır  bölünüyor uykularım, geceleri sessiz sedasız uyanıyorum hiç bir şeyden dolayı, nedensiz, sancılı..


AH efendim karanlık bu dünya çok karanlık geleceğimiz.. AH efendim karanlık bu sahra ürkütücü.. 

2 Mayıs 2015 Cumartesi

HAYAL

  

HAYAL


      Şeytanı uzaklaştırın, etrafımda dolanmasın artık.. Yeter, durdurun yağmurların sözde rahatlatan sesini, kafamdaki ses yetti, çek git! Mühürleyin kalbimi ve aklımı aynı zarfa, kimseye müsaade yok, kapatın kapıları, muhafızlar dikin hatta hayallerimin başına çıkmasınlar dolaşmasınlar o küçücük kafamda!  
        
       Yeter artık! Rahatlatmayın beni, beni kendim ile bırakın, giderken kapıyı sağlam çekin yanınıza alın hayallerimi ve düşüncelerimi! Kimse yanaşmasın yanıma kimse hayallerime ortak olmasın, kimse beni desteklemesin yardım etmesin!
    
    Yalnız bırakın diyorum çekin gidin, kimse ne akıl versin ne de akıl alsın artık! Ben günahlarımın bedelini ödüyorum rahat bırakın, rahat rahat zülumüme razı geleyim. Bırakın günahlarımın kefaretini ödeyeyim yalnız başına.. 
          
            Katran kara gecelere teslim edeyim bedenimi, bıkkınlıkla yine olmayacak hayalleri kurayım, sabahlara kadar düşüneyim..

Olmasın hayallerim, düşlemeyeyeyim artık, yoruldum ağabey yoruldum artık, olmasın!!!

28 Nisan 2015 Salı

TELKİN

TELKİN


Ütopik bir dünya gözüküyor, hem çok uzak hem de oldukça yakın.. İçinde ham meyve kadar narin iki canlı var. Biri erkek diğeri ise kömür karası gözlü, uzun siyah saçlı, olabildiğine şirin, güzel mi güzel bir kız çocuğu. Erkek yorulmuş, gerçek dünyadan kovulup sürgün edildiğine inanıyor. Kız ise yaşadıklarının onu daha çok ehlileştirdiğine, ona tecrübe kattığına. Bu iki kendini arayan canlı, erkeğin kurduğu ve oraya kimseyi almayacağına yemin ettiği bir diyarda filizleniyor, yeşeriyor.
Bir gün erkek ütopyasın da kimseye güvenmem, güvenemem, güvenmeyeceğim nidaları ile gezdiği sırada, karşısında kara gözlü kız bitiveriyor.. Erkek buraya girmenin yasak olduğunu onu burada misafir edemeyeceğini söylese de kız kendinden emin bir halde dolanıyor ortalarda. Erkek başlarda çekimser davransa da kara gözlü kızı her gün orada memnun bir halde ve her gün bu ütopyada hiç yeşermeyecek olan tohumları ektiğini görmek onu hayretlere düşürüyor ve bir süre sonra onunla tanışmaya karar veriyor, tanışıyor da. Başlar da erkek kendi kendine telkin veriyor; ''ona güvenemezsin, kimseye güvenemezsin'' fakat zamanla ne oluyor ne büyülüyorsa sürgün edilmiş çocuğu. Bir gün kendini o kızın yanı başında onun ektiği ve yeşermeyeceğine inandığı ağaçların gölgesi altında sırlarını paylaşırken buluyor, en büyük şikayeti olan ''güvenememek'' problemi çözülüveriyor.. Her sabah güzel kokularla uyanıyor, kuşlar uçmaya başlıyor, güneş gülümsemeye başlıyor anlayacağımız ütopyası ütopya olmaya başlıyor. Anlaşılması namümkün bir sevgi oluşuyor iki canlı arasında, ismini koyamadıkları; arkadaşlık, ağabeylik, kardeşlik, aşk belki, belki de hepsi oluyor... Cemal Süreya ne diyordu hani; ''Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım. Biri bitse biri kalır, seni hiç bırakmayacağım.. ''

MUSALLA TAŞI

MUSALLA TAŞI




Saat 12'yi 5 geciyordu, herkes sicacik yataginda hayallere coktan dalmisti bile. Ben ise yalniz basima uzun zamandir ugramadigim bir caminin avlusunda tamda musalla tasinin karsisinda diz cokmus oturuyordum. Neden gelmistim buraya? Aklimda yoktu aslinda bura, bilincsiz olarak bi anda kendimi bu uhrevi yerde bulmustum. Bi sure o mermerden yapilmis musalla tasina baktim epey bi bakmis olmaliyim ki saate baktigimda 1 e yaklasiyordu. Dusuncelerim karmakarisik ben ise halsiz bitap ve mutsuzdum. Kafami kaldirdim tekrar ve o ibret verici musalla tasina baktim, birden dusunceler hucum etti, olmek dedim, olmek ne guzel olurdu simdi.. guzel bir ilkbahar sabahi hafif bir ruzgar ile sessiz sedasiz gocuvermek.. annem yikasindi kefenimi, bayramliklarimi utuler gibi utulesindi.. babamin agzinda bir sigara olmaliydi cenazemde gozleri yassiz fakat herseyi anlatmaliydi, agir agir icmeliydi sigarasini, icin icin uflemeliydi.. cenaze namazimda tum cemaat olmaliydi, gelmek zorunda olanlar ve beni onemseyenler, kimsecikler aglamasindi, kimsecikler ozlemeseydi.. kimse soylemesindi sevdigime o beni kalbinde tasisaydi aglamasaydi o, uzulmeseydi.. arkadaslarim ve sayili olan birkac dostum tasisaydi tabutumu usulca.. beni mezara babam koymaliydi, cunku babalar guclu olurdu, beni mezara koyup ilk topragida o atmaliydi, ilk beni kucagina aldigindaki hassasiyetle.. miras kalmaliydi dostlarima tum hayallerim ve tum sevdiklerim tek tek hayallerimi gerceklestirmelilerdi onlar, ben olsem dahi hayallerimi yasatmalilardi.. sevmelilerdi sevdiklerimi anneme yoklugumu unutturmaya calismalilardi, annemin o gormeye dayanamadigim gozyaslarini onlar silmeliydi.. kendi olumunu ne guzel anlatiyor insan, anlatabiliyor en azindan lakin is sevdiklerini kaybetmeye geldimi orada, iste tam o anda bogazina bi sey dugumleniyor yutamiyor, yutkunamiyor, nefesi kesiliyor, ayaklari bosaliyor.. ihtimali bile nihayetsiz bi elem veriyor.. aman agabey aman, korkuyor insan kiyamiyor, ben gideyim diyor once ben gideyim al benim omrumde onun olsun ben gideyim yasamayayim o aciyi, yasatma.. ben kimseyi o mezara koyamam birakda once ben goceyim su yalan dunyadan..

6 Nisan 2015 Pazartesi

Nahoş

Nahoş






   İki adet mum yanıyor başucumda, nahoş bir koku yayılıyor odama.. Işıklar kapalı, odam serin, müzik kısık, kafam dağınık ve en önemlisi ise yalnızım.. Kafamı toparlayamıyorum bu günlerde, içimde bi' burukluk var, insanlar ile muhabbet ediyorum fakat bi' şeyler eksik... Hani çorbada bi' şey eksik olurda bulamazsın ya hah, işte öyle, hayatımda nedenini bulamadığım fakat tadını bozan bir eksiklik var.
   
     Neden hayat yaşanılması kolay bi' yer değildi? Neden insanlar bi' şeylerden şikayetçi? Neden bazı iyi insanlar zor bi' yaşama mahkum da, kötü olanlar iyiyi yaşıyor? Bi' sürü soru var değil mi sorulacak fakat cevabı bulunamayacak.. İyi şeylerde geliyor insanın başına çok mutlu oluyor, çok keyifli fakat ardından hemen kötü bir olay geliyor ardı sıra, sırayı şaşırmadan, aksatmadan düzeni..

Eli hafifçe müziğe gidiyor kızımızın usulca açıyor sesini incitmek istemeyerek yalnızlığını.. Güzel bir ses yükseliyor odada, sadece evde kullandığı o şirin gözlüklerini çıkarıyor uzanıyor yatağa ve gözlerini kapıyor.. Hayallere dayıyor sırtını, Hayal bu ya! Güzel bir gökyüzünde süzülüyor kuşları kıskandırırcasına, güzelliği ile sarhos eden meyve ağaçlarına kanat çırpıyor, dalından bir meyve koparıyor belki, belkide bembeyaz bir ata biniyor.. Sonra bi' anda kararıyor hayali küçük kızın, her yere karanlık çöküyor o muazzam gökyüzü karanlığa teslim oluyor, ölümü hissediyor bi' anda iliklerine kadar. Bi' koku geliyor burnuna özlediği, uzun zamandır koklayamadığı fakat deliler gibi özlediği.. Tarifi mümkün olmayan bi' koku var odasında, gözlerine gözyaşları hükmetmeye hazırlanıyor kendini tutmaya çalışıyor fakat yapamıyor, olmuyor kahretsin! Yaşlar bağımsızlığını ilan ederken o güzel gözlerden, kızımız gözlerini tavana dikiyor büyük bi' dargınlık ile, içindeki o kimseye kızıyor, hayallerin kararmasını, kokunun güzelliğini, gözyaşlarını da o kimseye bağlıyor ve mırıldanıyor; özledim!  

25 Şubat 2015 Çarşamba

Tek şeker

    

Tek şeker


Hayat pahalı gümüş bir semaverin içindeki ucuz çay kadar bereketsiz. Sert kokulu, acı, belki mide bulandırıcı. Yalnız başına Üsküdar meydandan sahile doğru yürüyen bir adam var düşünceli ve kararsız kimseyi görmüyor gözü, o sadece gözlerini kafasındaki kişilere dikmiş ve oldukça kızgın birilerine.  Sert ama içten içe kırgın bir halde dövüyor kaldırımları, sahile indiğinde gözlerini denizin çetrefilli dalgalarına dikiyor ve bir cigara sarıyor, derin bir nefes çekiyor.. Hemen yanında bulunan eski bir çay ocağına oturuyor, garsonun yoğun ilgisini görmezden gelerek sadece eli ile ‘’bir çay’’ işareti yapıyor sonradan alelacele garsona seslenip ‘’demli’’ diyor. Küçük kahvehane bardağından mis kokulu bir çay geliyor, tek şekeri garsona uzatıp diğerini çaya atıyor bir iki tıngırdatıyor bardağı ve ilk yudum.. Bardağı çay tabağının yanına bırakıyor ve düşünceleri çayın renginde kayboluyor.. ‘’eskiden’’ diyor ‘’eskiden ben bardağı çay tabağının yanına koydum muydu, minik elleri ile o cay bardağını kavrayıp birkaç yudum alanım vardı’’ kızıyor adam; kendine, o küçük ellere, çaya, çay kaşığına, şekere, kente her şeye. Birden bir rüzgar esiyor, güzel bir sonbahar günü ıhlamur kokuyor Üsküdar, karşıdaki ağacın birkaç yaprağı onu büyütüp yeşerten ağaçtan, içi yana yana vazgeçiyor. Vazgeçmek zorunda kaldığı için vazgeçiyor..Bilindik bir şiir gelip yerleşiyor aklının tam ortasına, kahrolasıca dönüp dürüyor ;
Biliyorum sana giden yollar kapalı

Üstelik sen de hiç bir zaman sevmedin beni

Ne kadar yakından ve arada uçurum;
İnsanlar, evler, aramızda duvarlar gibi

Uyandım uyandım, hep seni düşündüm
Yalnız seni, yalnız senin gözlerini

Sen Bayan Nihayet, sen ölümüm kalımım
Ben artık adam olmam bu derde düşeli

Şimdilerde bir köpek gibi koşuyorum oradan oraya
Yoksa gururlu bir kişiyim aslında, inan ki……



Cemal Süreya…

7 Şubat 2015 Cumartesi

Üstad

Üstad   




  Olmuyor üstad olmuyor, bazı şeyleri düzeltemezsin istesende olmaz. Bazen nefes alamıyorsun nefes almak istiyorsun fakat olmuyor, öyle bir şey oluyor hayatında, öyle iğrenç bi olay oluyorki elinden hiç bişey gelmiyor. Sığınacak liman bulamıyorsun o dalgalarla boğuşmak durumunda kalıyorsun, ama büyük onlar tutunamam ben o dalgalara karşı, savaşamam. Düşünüyorsun kaçacak yerin yok tek çare o gemiyi batırmak, ölüm.. Onu da beceremiyorsun sen neyi becerebiliyorsun ki? Keyifli bir kaç saat geçiriyorsun sadece birkaç saat ardından hemen.. Yetmez mi artık? Kaldırılmıyor bazı şeyler üstadım kaldırılmıyor insanın ne hevesi ne hayali kalıyor, sadece uykuya sığınmak geliyor elinden. Oda olmuyor bölünüyor uykular, rahatlatmıyor bir saatlik ağrı kesici misali, oda hafif geliyor artık. Bazen diyorum ki al iki parça eşya üç beş kuruş ilk bulduğun otobüse bin uzaklara git, yeni bir hayata başla ne kadar kötü olabilirki daha nasıl kötü olabilir hayat dedikleri mesele? Gözümde değil artık kimseler, ben o gemileri yaktım çoktan limanda gemilerim yok artık tükettim hepsini. Kendimden de geçtim ben, tükeniyoruz hep beraber tüketiliyoruz yetmedi mi yetmeyecek mi? Birine kalkıp beylik konuşuyorsun yanlış yapıyorsun kendini bırakma güçlü ol diyorsun sadece bir gün, bir gün sonra sende yeniliyorsun hani nerde hanginiz güçlüsünüz hangimiz kaldırabildik ki akıl veriyoruz? Artık bazı şeyler düzelmeli üstad, artık bişeyler düzelsin ! Tren rayına otursun artık, ya tren rayına otursun bir an önce ya da biz bırakalım kendimizi trenden aşağıya ne olacaksa olsun! Sen söyle üstad sen akıl ver bana nasıl başardın, nasıl başarılır akıl ver bana sıkıştım kaldım buralar da tek çıkış görünüyor, tek kapı onun da ardı karanlık ne yapalım üstad bir çıkış yolu aç bana. Ne yapalım..?

6 Şubat 2015 Cuma

Beşer




Beşer





    Ne için yaşar insan? Ne için yaşıyoruz biz? Nereye bu kadar koşturma, ne için bu denli uğraş? Herkes hayatını bir uğraşla dolduruyor, bazen o uğraş; iş, bazen aile, bazen arkadaş bazen ise bir sevgili oluyor. Ne yapıyoruz günlük yaşantımız da bu kadar stres ne için Allah aşkına.. Herkes iyi kötü hedefler koymuş kendine şunu şöyle yapayım rahata çıkacağım diyor, fakat hedefler için koştururken ne kadar görüyoruz etrafımızdakileri? Hedeflere ulaşmak için belki de hayatın kendisini kaçırıyoruz.. Hedeflere ulaşılsa dahi sonu gerçekten ferahlık mı oluyor? Üniversiteye gireyim rahatlayacağım diyenlerin kaç tanesi rahat esasen. Her yaşın ve her dönemin belli sorunları yok mu? İnsan sorunlar ile yaşamayı öğrenmeli artık, size burada kişisel gelişim dersi vermek değil amacım, beceremem de zaten fakat düşünüyorum kendimden yola çıkıyorum ve bu dünyada sorunlar ile yaşamaya alışmak gerek kanısına varıyorum.

     Arkadaş, ben sıkıldım artık şunları atlatayım rahat bir nefes alacağım demekten, alışacağım sorunlar ile gülmeye hiç bitmiyor çünkü beşerin derdi, tasası. Sorunlarımı bazı zamanlar cebime koyup güleceğim bazılarını hiç koymayacağım. Çok koşuşturmak istemiyorum artık kendimi yıpratmak istemiyorum hiçbir şey için, biraz umursamaz olmak gerek sanırım. Her şey olacağına varıyor, ne kadar koşuştursan da olacağına varıyor tamamen salalım her şeyi demiyorum ama bu kadarda yıpratmayalım. Etrafımızdaki güzel insanları ihmal etmeyelim, zaman ayıralım kendimize ve sevdiklerimize. Bazı zamanlar sorunlarımızı cebimize tıkıştırıp gülümseyelim.. 

31 Ocak 2015 Cumartesi

AFYON




  


                 

AFYON


       İzmir’in hiç bilmediğim bir semtinde, yeni geldiğim bir evin ufak bir odasındaki mükemmel manzarasına karşı oturuyorum. Deniz karşımda yoldan arabalar geçip gidiyor, ay kayıp, yalnızlık ciğerlerime kadar işlemiş. Bu akşam karalamak için ideal bir akşam, arkada her zamankinden daha  güzel bir şarkı okuyor Sezen. Kalbimin hatta ruhumun en derinlerinde bir sancı.. Yol arkadaşım ismini zikretmekten hep korktuğum; ‘’Şiir’im’’, sol yanım, gülen yüzüm.. Sevmem ben bu şehri bilirsin, beni tanıdığını, beni bildiğini iddaa eden herkesten çok daha iyi bilirsin.

      Karşıyaka’nın ışıklarına dalıyor gözüm, hüzün yağıyor usul usul. Düşüncelere dalıyor aklım karşıdaki evlerin ışıklarında oturan binlerce insanı düşlüyorum; hepsinin ayrı bir hikayesi, ayrı bir acısı var besbelli. Bazılarında geçim derdi, bazılarında babasızlık, bazılarında işsizlik, bazılarında ise aşk acısı var. Aşk nedir esasen? Aşk insanlığa altın ve gösterişli bir tepside sunulmuş bir afyon değimlidir? Hepimiz sıramız geldiğinde bu afyonun tadına varıp bittiğinde ise bıraktığı acıya katlamıyor muyuz?  İşte ben bu yüzden aşka inanmıyorum! Aşka inananlara da inanmıyorum! Aşık olanlar değil sadece afyon içtiğini bilmeyen insanlar var. Aşık olduğumuz değil yol arkadaşı olduğumuz insanlar var bence; Yol arkadaşımız bazen kirli sakallı güleç bir adam, bazen ise ismi bile belli olan hayali bir kız çocuğu oluyor. ‘’içini dökmek’’ diye bir deyim var hani, yol arkadaşınızın karşısında o deyim tam anlamını buluyor. İçinizi eksiksiz dökebiliyorsunuz; çünkü eğer birine yahut bir hayale yürekten ‘’Yol arkadaşım’’  diyebiliyorsanız, o sizden bir parça oluveriyor. Çekinecek, saklanacak bir şeyiniz kalmıyor, o sizi gerçekten sizden iyi tanıyor. Derdinizi de, gülümsemenizi de en iyi o biliyor.. 

22 Ocak 2015 Perşembe

Günaydın

  

Günaydın




       Bir eksiklik var gece de, yalnızlık üstüme üstüme geliyor. Arkada yekten sezen çalıyor ama duymuyorum, kafam dağınık uyuyamıyorum. Hani insan çaresiz kalır ya eli kolu bağlı olur, hani yorganın altındasındır ama üşürsün ya fakat havadan değil yalnızlıktan. Şair ne demişti kuduz bir köpek kadar yalnızım, tamda öyle bir gün. İçim çok dolu sabaha kadar ağlayasım, anlatasım var. Yakın bir dostumu kolundan tutup hüznüme çekesim sabaha kadar konuşasım sonra omzuna kafamı koyup ağlayasım var. Hani içinde, göğsünün tam üzerinde bir ağırlık olur ya anlayamazsın hani ne olduğunu, uyuyamazsın da bir sağa bir sola dönersin sonra kalkar su içersin dolanır geçmesini beklersin ama geçmez işte. O ağırlık geçmez o gece sanrılar içinde süregider ta ki düşüncelerin içinde boğulup uyuya kalana dek. Bazen bir sessizlik çöker odanın tam ortasına, çıt yoktur etrafta. Pencereler sıkı sıkı kapalıdır, yaprak kımıldamaz denir ya o cinsten. Ses arar kulakların o kahrolası yalnızlığı bozmak adına ama nafile. Sabaha karşı hava hafif hafif aydınlanmaya başladı mı daha da boğar seni yalnızlık. Ocakta bir su kaynamaya başlar, mutfağı sarar o nefis çay kokusu anneler seslenir mutfaktan -kahvaltı hazır.. Kalkar yüzünü yıkarsın, günaydın dersin sanki uyumuş gibi, sanki sabahlara kadar yalnızlık ile boğuşan sen değilmiş gibi..

20 Ocak 2015 Salı

YEŞİL ELMA

  



YEŞİL ELMA


    Çocukluğuma geri döndüm dün, hatta hiç yaşamadığım bir çocukluk yaşadım belki de. Keyifli bir kış akşamı, ülkemin herhangi bir yöresinde ufak bir köy.  Dışı kerpiç içi ahşap, buz gibi eski mi eski bir ev, birkaç keyifli arkadaş. sobayı yakmaya çalışan bir grup soba yakmamış insan..
      Sonunda sobayı yaktık, sobamız hem bizi hem içimizi ısıtıyor sobanın üstünde birkaç parça portakal kabuğu var, portakalın ısındığındaki o nefis kokusu odaya yayılıyor. Sohbet muhabbetten sonra insanlar  uyudular, ben kağıt ve kalemim ile kaldım. Buraya gelirken tedarikliydim yanıma 3 parça kağıt ve birkaç kalem almıştım. Odada sadece 3 dostun nefes alış-veriş sesleri ve sobanın ilham verici çıtırtısı var. Kafamın içindeki ses gittikçe yükseliyor, yazmak istiyorum belli belirsiz karalamak, kaybettiğim şeylere, kaybettiklerimize..  İnsan bazen çok derin düşünüyor akıllılıkla delilik arasındaki mesafeye yaklaşırcasına derin. Gereklimi derin düşünmek, yoksa sadece gelişine mi yaşamalı ? Mutluysam mutlu olacaksam yapayım mı demeli yoksa, mantığıma uymuyor yapmayayım mı ?   Pencereden bir ses geliyor irkiliyorum, pencere ile kerpiç arasındaki boşluktan gelen bir ıslık sesi sadece, içimden bir ses hadi kalk üstünü değiştir çık dışarı donduran bu havada gez İstanbul’da bulamayacağın temiz havayı ciğerlerinin taa içine çek diyor. Yapamıyorum..  İçimden gelen sesi dinlersem mutlu olurum belki biliyorum fakat mantığım izin vermiyor. Hani nerde kaldı bizim cesaretimiz, hani biz çılgındık falan, mutlu olacağımız şeyleri gelişine yapardık. Vah halimize kendimize bile yalan söyler olduk vesselam. Kalkıyorum sobanın içine bakıyorum, kenardan bir odun alıyorum elime ve bir kahraman edası ile sobanın içine atıyorum çocuklar üşümesin. Sobamız yine harlanıyor, üstündeki ufak deliği açıyor yanına uzanıyor ve o delikten tavana yansıyan ışığı seyre dalıyorum. Bizim zor yetiştiğimiz, bizden sonra gelecek neslin belki köylerde bile göremeyecekleri bir manzara bu, keyfini çıkarıyorum. Yalnızlık yok bu gece etrafta beni es geçti bugün belki de hayret! Özlerim ama aksatma bir gece ayrılık kafi, yarın gel ihmal etme.  Sobanın sıcaklığı sadece beni değil ruhumuda ısıttı bu gece çok mesutum, lakin aklıma bir kelime düşüyor dönüp duruyor aniden, devamlı, susmadan ‘’kaybetmek’’ düşüneduruyorum ne demek bu kaybetmek? Hangisi kaybeder insanların? Kaç çeşit kaybetme şekli var? Bilmiyorum. Bu gece derin düşünmek istemiyorum sadece keyif almak istiyorum şuandan, yanımdaki poşetten bir yeşil elma çıkarıyorum kağıdı kalemi usulca kenara bırakıp sobanın yansıyan ışığına karşı elmamı ısırıyorum..

  

  Batuhan d. – Ramazan A. – Oğuzhan ö. ‘a Teşekkürleri borç bilirim.. 

16 Ocak 2015 Cuma

UMUT

                                           

                                                UMUT



            Karamsar bir çocuk var fikrimde, yüzü kir pas içinde etrafta mendil satmaya çalışıyor diğer çocukların dışarıda top oynamasına inat. Fakat gözlerinde ilerde biteceğini bilmediği bir umut var her insanın en başlarda sahip olduğu gibi. Şehirden giden bir adam var otobüs terminalinde bir kenara oturmuş yanında eski bir bavulu ile nereye, neden gideceğini bilmeyen ağzında sanki doğuştan beri olan, sanki bir uzvu gibi duran bir sigara var, usul usul çekiyor içine. Derin bir of çekiyor sanki sırtında dünyanın tüm yükleri sırtında gibi. Birkaç çocuk ufak bir su birikintisinin başında meraklı bakışlarla durmakta, bir tanesinin elinde bir büyüğünün yaptığı çok belli olan kağıttan bir gemi var uzaktan seyrediyorum, yüzlerinde ki o hayran edici sevinç  beni heyecanlandırıyor sonucu bildiğim halde izlemeye koyuluyorum. Geminin (sözde) sahibi olan çocuk, bir annenin yeni doğmuş çocuğunu tutması kadar narin, kağıttan gemiyi suya koyuyor. Hepsinin gözleri parlıyor tüm çocuklar nefesini tutmuş izliyor. Gemi yüzüyor elbet fakat az sonra çocukların bir tanesi bağırıyor;  -şşt araba. Çocukların hepsi gemiyi kurtarmak için çabalıyor fakat o kağıttan gemi yırtılıp 3 parça oluyor.
    Hiç bilmediğim bir şehrin otogarında duruyor otobüs ve herkes teker teker inmeye başlıyor, bense bekliyor ve etrafa bakıyorum insanları, şehri çözümlemeye çalışıyorum. Herkes indiğinde muavin bana dönüp meraklı gözlerle bakıyor. Utana sıkıla yerimden kalkıp iniyorum, diğer insanlar gibi bekleyenim elimden bavulu alıp bana sarılacak kimsem yok, hatta benim bu şehirde kimsem yok. Kimsem olduğunu sandığım kişilerde benim kimsem değilmiş bunu da sonradan öğrendim zaten bu bilinmeze gidilen seyahatte sırf bu sebeptendir. Bavulumu teslim aldığımda kenara koyup paltomun iç cebinden bir sigara alıp yakıyorum. İnsanlara dalıyor gözlerim gelenlerde bir sevinç, gidenlerde bir hüzün saklı, bazıları hissettirmek istemiyor, bazıları ise utanıp sıkılmadan, hüngür hüngür ağlıyor.  Bavulumu elime alıp küçük adımlar ile yürümeye koyuluyorum otogardan taksicilerin –abi taksi lazım mı? Nidaları ile ayrılırken içime bir hüzün çöküyor, yürümeye devam ediyorum ilk önce sağa dönüyorum ilerden sola sonra durup birine sahile nasıl gideceğimi soruyorum, rotamı sahile çeviriyorum. Sahile geldiğimde bir tarafı kırılmış bir banka oturuyor sahili seyre dalıyorum, bir çift geçiyor önümden çocuk kıza sarılmış kızın elinde kocaman bir pamuk şeker aşk dolu gözler ile yürüyorlar.. Aklıma sen geliyorsun, eski günler, birde, birde o gün seni toprağa verişim..