AFYON
İzmir’in hiç
bilmediğim bir semtinde, yeni geldiğim bir evin ufak bir odasındaki mükemmel
manzarasına karşı oturuyorum. Deniz karşımda yoldan arabalar geçip gidiyor, ay
kayıp, yalnızlık ciğerlerime kadar işlemiş. Bu akşam karalamak için ideal bir
akşam, arkada her zamankinden daha güzel
bir şarkı okuyor Sezen. Kalbimin hatta ruhumun en derinlerinde bir sancı.. Yol
arkadaşım ismini zikretmekten hep korktuğum; ‘’Şiir’im’’, sol yanım, gülen
yüzüm.. Sevmem ben bu şehri bilirsin, beni tanıdığını, beni bildiğini iddaa
eden herkesten çok daha iyi bilirsin.
Karşıyaka’nın
ışıklarına dalıyor gözüm, hüzün yağıyor usul usul. Düşüncelere dalıyor aklım
karşıdaki evlerin ışıklarında oturan binlerce insanı düşlüyorum; hepsinin ayrı
bir hikayesi, ayrı bir acısı var besbelli. Bazılarında geçim derdi, bazılarında
babasızlık, bazılarında işsizlik, bazılarında ise aşk acısı var. Aşk nedir
esasen? Aşk insanlığa altın ve gösterişli bir tepside sunulmuş bir afyon değimlidir?
Hepimiz sıramız geldiğinde bu afyonun tadına varıp bittiğinde ise bıraktığı
acıya katlamıyor muyuz? İşte ben bu
yüzden aşka inanmıyorum! Aşka inananlara da inanmıyorum! Aşık olanlar değil
sadece afyon içtiğini bilmeyen insanlar var. Aşık olduğumuz değil yol arkadaşı
olduğumuz insanlar var bence; Yol arkadaşımız bazen kirli sakallı güleç bir
adam, bazen ise ismi bile belli olan hayali bir kız çocuğu oluyor. ‘’içini
dökmek’’ diye bir deyim var hani, yol arkadaşınızın karşısında o deyim tam
anlamını buluyor. İçinizi eksiksiz dökebiliyorsunuz; çünkü eğer birine yahut
bir hayale yürekten ‘’Yol arkadaşım’’ diyebiliyorsanız, o sizden bir parça
oluveriyor. Çekinecek, saklanacak bir şeyiniz kalmıyor, o sizi gerçekten sizden
iyi tanıyor. Derdinizi de, gülümsemenizi de en iyi o biliyor..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder