28 Ekim 2015 Çarşamba

ŞEKVA

ŞEKVA  







    Kimsesiz bir sabaha uyandım yine, odam bomboş, soğuk, tahta tavanım üstüme üstüme geliyor iki sabahtır. içimde yaşama değilde ölme isteği ile uyanıyorum. Karamsarlık değil bu yalnızca bir his. Bir gün deniz kenarına atıyorum kendimi, kayalara bırakıyorum bedenimi, gözlerimi kapatıyorum dalga sesleri, gözlerimi açıyorum şehirden uzak yıldızların parıltısı. Sonra ertesi gün yine aynı deniz kenarı ve yine diğer gün, yine.. Kendimle baş başa kalmak istiyorum bu aralar sanırım, bol bol yazmak belki, belki de çokca susmak, lakin bir terslik var bu bedende, rahatlatmıyor beni ne deniz ne de yıldızlar içimde her daim şekvaya müptela bir adam var. İnsanlar rahatlatmıyor beni çare olamıyor, dakikaları sayıyorum zaman zaman, bir ilkokul çocuğunun teneffüsü beklemesi gibi, artık gece olsa da diyorum, gece olsa da bir şekilde uykulara dalsak, bir şekilde uykulara dalıp bir süreliğine unutsak. Bazen elime bir kitap alıyorum yahut bir filme sarılıyorum, sadece bir kaç dakika sonra kendimi akıl almaz bir savaşta buluyorum. Kendim yahut hayat ile olan mücadelemde hep ben mağlup oluyorum. Mütemadiyen kaybeden tarafın havlusunu ben atıyorum. Evet hırs yapıyorum zaman zaman başarıyorum lakin birkaç zaman sonra ''savaşta her şey mübahtır'' sırrınca ne yapıyor ne ediyor zaferime acılık katıyor kahrolasıca! Bir şekilde hassas noktamı buluyor ve zehrini salıyor.
       İnsanın eli kolu bağlanıyor, çare sıfır, çözüm yok. Barışı da kabul etmiyor kahretsin! İnsan mecbur kalıyor savaşmaya her gün, her dakika, belki de her saniye..

8 Ekim 2015 Perşembe

MECNUN

   

MECNUN


  Şimdi başımı alıp gitsem, doldursam sırt çantamı, kapının hemen önünden bi taksi çevirsem şoföre fısıldasam harem diye, haremde inip para üstünü taksiciye bağışlasam günahlarımın kefareti hükmünde kendimce, bulduğum ilk Ankara otobüsüne atlasam. Arkamda bıraksam herkesi, her bişeyi ,günahlarımı, sevilmediklerimi, sevemediklerimi. Otobüste hemen yan koltuğuma misk kokulu yaşlı amca otursa selam versem, muhabbete dalsak onunla, saatlerce beni ilgilendirmeyen ama her zaman ilgimi çekecek olan hayat hikayesini dinlesem, çocuklarına ettiği sitemlere eşlik etsem beraber kızsak onlara, vefasızlıklarına ya da amcanın vefasızlık saydıklarına. Atlasam gitsem buralardan hep ön yargı ile baktığım o başkent dedikleri, insanların neden bu kadar sevdiğini anlayamadığım yere. Gitsem o soğuk kente ve üşüsem, oturup Kızılay Meydanı'nda bir çay içsem, farklı görüşte olduklarını sanan lakin birbirlerine hasret ile bakan öğrenciler görsem. 
     Bir sokak sanatçısına denk gelsem mesela, tam onun önünde bağdaş kurup otursam gülümsesem ona ve birkaç bozukluk atıp ona yoldaş olsam, saatlerce dinlesem onu, onun belki gitar belki keman sesini. Sokak sanatçısı giderken arkasından baksam mesela içli, adını sorma cesaretinde bulunmasam, sormasam. O beni dilsiz belki de mecnun sansa. Tam kapanmaya yakın bir kitapçıya atsam kendimi montumun fermuarını aralasam hafif, elimi uzatsam herhangi bir kitaba, hayatıma yeni bi' pencere açacak bir şair seçsem, kitabın kapağına bakmadan kasaya gidip hiç konuşmadan parasını taktim etsem ve çıksam. Güzel bir park bulup kitabımı açsam ve sokak lambasının ışığında okusam. O kitabı yaşasam, hissetsem belki ana karakteri kendim ile özleştirsem ve kitap sonunda ölsem. Kitap bittiğinde gözlerimi yıldızlara diksem güzel bir rüzgar çarpsa suratıma kimsecikler olmasa sadece bi kedi sokulsa otursa benimle. Ben yine kendi kendimle dertleşsem sövsem kızdıklarıma, insanlara söylemediklerimi kendi kendime itiraf etsem, hayatımda bir defa cesaret edip itiraf etsem herşeyi kendime edepsizce. 
     Montumun iç cebindeki kalemimi çıkarsam, kitabın arka tarafındaki boş sayfaya düşüncelerimi kussam, kussam rahatlasam. Tüm gün oruç tutmuş bir müslümanın ezan ile kana kana su içmesi gibi doymasam yazmaya doyamasam tam anlamı ile boşaltsam kafamı ve o sayfayı sol cebimden çakmağımı çıkarıp ateşe versem, yanmasını izlesem.. Sonra bi anda Ankara'yı sevmediğimi fark etsem uyansam düşümden, düşüşümden.. 

7 Ekim 2015 Çarşamba

İKİNCİ BÖLÜM



İKİNCİ BÖLÜM

Sizce de bir keşmekeşlik yok mu hayat dediğimiz illette? Ben şimdi beyaz L şeklindeki masamda, ha bitti ha bitecek iki mumum ile büyük kırmızı daktilomun karşısında oturmuş düşünmekteyim. Duvarıma bakıyorum baştan aşağıya sevdiğim bi' kitabın sayfaları asılı, masamda içinde ne yazdığını bilmediğim kocaman bir cevşen hani takıyormuşum gibi.. Yerde tozlu siyah bir keman kutusunun içinde hevesle alınmış kemanım. Ne hevesler ama ne hayaller düğümlendi boğazımda. 
Duvarımda o kadar sayfanın içerisinde gözüme bir sayfa ilişiyor, beni tekrar düşünmeye sevk ediyor ve kafamı bulandırıyor, sayfanın ortasında büyük puntolar ile ''İKİNCİ BÖLÜM'' yazıyor lakin başlığın altında el yazısı ile ''Ve Kız Ölür..'' ibaresi var.. Ah ne acı bi' son geliyor çoğumuza, Ah nasıl nihayetsiz bi' elemdir öyle..
Bazen güzel hadiseler oluyor biliyor musunuz hayat dediğimiz yolculuklarımız da, bazen çok güzel mahluklar çıkıyor karşımıza, bazen hayaller, bazen artık kurmayacağım dediğimiz hayaller yeşeriyor yeniden, büyüyerek.. Hayat yaşanılası bi' yer demiyorum, tabii ki değil, ama mecbursak eğer yaşamaya; arada karamsarlık kuyusundan çıkarmalıyız burunlarımızı..