28 Nisan 2015 Salı

TELKİN

TELKİN


Ütopik bir dünya gözüküyor, hem çok uzak hem de oldukça yakın.. İçinde ham meyve kadar narin iki canlı var. Biri erkek diğeri ise kömür karası gözlü, uzun siyah saçlı, olabildiğine şirin, güzel mi güzel bir kız çocuğu. Erkek yorulmuş, gerçek dünyadan kovulup sürgün edildiğine inanıyor. Kız ise yaşadıklarının onu daha çok ehlileştirdiğine, ona tecrübe kattığına. Bu iki kendini arayan canlı, erkeğin kurduğu ve oraya kimseyi almayacağına yemin ettiği bir diyarda filizleniyor, yeşeriyor.
Bir gün erkek ütopyasın da kimseye güvenmem, güvenemem, güvenmeyeceğim nidaları ile gezdiği sırada, karşısında kara gözlü kız bitiveriyor.. Erkek buraya girmenin yasak olduğunu onu burada misafir edemeyeceğini söylese de kız kendinden emin bir halde dolanıyor ortalarda. Erkek başlarda çekimser davransa da kara gözlü kızı her gün orada memnun bir halde ve her gün bu ütopyada hiç yeşermeyecek olan tohumları ektiğini görmek onu hayretlere düşürüyor ve bir süre sonra onunla tanışmaya karar veriyor, tanışıyor da. Başlar da erkek kendi kendine telkin veriyor; ''ona güvenemezsin, kimseye güvenemezsin'' fakat zamanla ne oluyor ne büyülüyorsa sürgün edilmiş çocuğu. Bir gün kendini o kızın yanı başında onun ektiği ve yeşermeyeceğine inandığı ağaçların gölgesi altında sırlarını paylaşırken buluyor, en büyük şikayeti olan ''güvenememek'' problemi çözülüveriyor.. Her sabah güzel kokularla uyanıyor, kuşlar uçmaya başlıyor, güneş gülümsemeye başlıyor anlayacağımız ütopyası ütopya olmaya başlıyor. Anlaşılması namümkün bir sevgi oluşuyor iki canlı arasında, ismini koyamadıkları; arkadaşlık, ağabeylik, kardeşlik, aşk belki, belki de hepsi oluyor... Cemal Süreya ne diyordu hani; ''Ben senin sevgilin, eşin, baban, ağabeyin, arkadaşınım. Biri bitse biri kalır, seni hiç bırakmayacağım.. ''

MUSALLA TAŞI

MUSALLA TAŞI




Saat 12'yi 5 geciyordu, herkes sicacik yataginda hayallere coktan dalmisti bile. Ben ise yalniz basima uzun zamandir ugramadigim bir caminin avlusunda tamda musalla tasinin karsisinda diz cokmus oturuyordum. Neden gelmistim buraya? Aklimda yoktu aslinda bura, bilincsiz olarak bi anda kendimi bu uhrevi yerde bulmustum. Bi sure o mermerden yapilmis musalla tasina baktim epey bi bakmis olmaliyim ki saate baktigimda 1 e yaklasiyordu. Dusuncelerim karmakarisik ben ise halsiz bitap ve mutsuzdum. Kafami kaldirdim tekrar ve o ibret verici musalla tasina baktim, birden dusunceler hucum etti, olmek dedim, olmek ne guzel olurdu simdi.. guzel bir ilkbahar sabahi hafif bir ruzgar ile sessiz sedasiz gocuvermek.. annem yikasindi kefenimi, bayramliklarimi utuler gibi utulesindi.. babamin agzinda bir sigara olmaliydi cenazemde gozleri yassiz fakat herseyi anlatmaliydi, agir agir icmeliydi sigarasini, icin icin uflemeliydi.. cenaze namazimda tum cemaat olmaliydi, gelmek zorunda olanlar ve beni onemseyenler, kimsecikler aglamasindi, kimsecikler ozlemeseydi.. kimse soylemesindi sevdigime o beni kalbinde tasisaydi aglamasaydi o, uzulmeseydi.. arkadaslarim ve sayili olan birkac dostum tasisaydi tabutumu usulca.. beni mezara babam koymaliydi, cunku babalar guclu olurdu, beni mezara koyup ilk topragida o atmaliydi, ilk beni kucagina aldigindaki hassasiyetle.. miras kalmaliydi dostlarima tum hayallerim ve tum sevdiklerim tek tek hayallerimi gerceklestirmelilerdi onlar, ben olsem dahi hayallerimi yasatmalilardi.. sevmelilerdi sevdiklerimi anneme yoklugumu unutturmaya calismalilardi, annemin o gormeye dayanamadigim gozyaslarini onlar silmeliydi.. kendi olumunu ne guzel anlatiyor insan, anlatabiliyor en azindan lakin is sevdiklerini kaybetmeye geldimi orada, iste tam o anda bogazina bi sey dugumleniyor yutamiyor, yutkunamiyor, nefesi kesiliyor, ayaklari bosaliyor.. ihtimali bile nihayetsiz bi elem veriyor.. aman agabey aman, korkuyor insan kiyamiyor, ben gideyim diyor once ben gideyim al benim omrumde onun olsun ben gideyim yasamayayim o aciyi, yasatma.. ben kimseyi o mezara koyamam birakda once ben goceyim su yalan dunyadan..

6 Nisan 2015 Pazartesi

Nahoş

Nahoş






   İki adet mum yanıyor başucumda, nahoş bir koku yayılıyor odama.. Işıklar kapalı, odam serin, müzik kısık, kafam dağınık ve en önemlisi ise yalnızım.. Kafamı toparlayamıyorum bu günlerde, içimde bi' burukluk var, insanlar ile muhabbet ediyorum fakat bi' şeyler eksik... Hani çorbada bi' şey eksik olurda bulamazsın ya hah, işte öyle, hayatımda nedenini bulamadığım fakat tadını bozan bir eksiklik var.
   
     Neden hayat yaşanılması kolay bi' yer değildi? Neden insanlar bi' şeylerden şikayetçi? Neden bazı iyi insanlar zor bi' yaşama mahkum da, kötü olanlar iyiyi yaşıyor? Bi' sürü soru var değil mi sorulacak fakat cevabı bulunamayacak.. İyi şeylerde geliyor insanın başına çok mutlu oluyor, çok keyifli fakat ardından hemen kötü bir olay geliyor ardı sıra, sırayı şaşırmadan, aksatmadan düzeni..

Eli hafifçe müziğe gidiyor kızımızın usulca açıyor sesini incitmek istemeyerek yalnızlığını.. Güzel bir ses yükseliyor odada, sadece evde kullandığı o şirin gözlüklerini çıkarıyor uzanıyor yatağa ve gözlerini kapıyor.. Hayallere dayıyor sırtını, Hayal bu ya! Güzel bir gökyüzünde süzülüyor kuşları kıskandırırcasına, güzelliği ile sarhos eden meyve ağaçlarına kanat çırpıyor, dalından bir meyve koparıyor belki, belkide bembeyaz bir ata biniyor.. Sonra bi' anda kararıyor hayali küçük kızın, her yere karanlık çöküyor o muazzam gökyüzü karanlığa teslim oluyor, ölümü hissediyor bi' anda iliklerine kadar. Bi' koku geliyor burnuna özlediği, uzun zamandır koklayamadığı fakat deliler gibi özlediği.. Tarifi mümkün olmayan bi' koku var odasında, gözlerine gözyaşları hükmetmeye hazırlanıyor kendini tutmaya çalışıyor fakat yapamıyor, olmuyor kahretsin! Yaşlar bağımsızlığını ilan ederken o güzel gözlerden, kızımız gözlerini tavana dikiyor büyük bi' dargınlık ile, içindeki o kimseye kızıyor, hayallerin kararmasını, kokunun güzelliğini, gözyaşlarını da o kimseye bağlıyor ve mırıldanıyor; özledim!